Bozcaada masalım…

Bozcaada da herkes kendi masalını yaşar. Kapadokya gezimden sonra başka bir masalsı seyahat programı hazırlayıp,en nadide adalardan birinde bulduk kendimizi.

Yazın yoğun döneminin ardından gidilmesi gereken en doğru zamanda oradaydık.

Eylül akşamları,Ekim sabahları,doğarken denizi şereflendiren,batarken ruhları değiştiren güneşin tutuşturucu kıvılcımı,denizin berraklığı,adanın en leziz nimetleri,görkemli üzümler ve o üzümlerin sihrinden oluşan leziz şaraplar,her bir karesi romantik sokaklar,Ege’nin sofraları,Çiçek Pastanesi’nin mis kokulu bademli kurabiyeleri ve daha neler neler…

1.Gün muhteşem kıyı karşılamasına eşlik eden görkemli Bozcaada kalesinin arkasındaki otoparka arabamızı park edip, önceki araştırmalarımıza dayanarak tüm övgülere layık Asude Ada Kafe de kahvaltı yapmaya karar verdik.

Asude Hanım’ın samimi güler yüzlü ve telaşlı misafir gelmiş karşılamasının ardından Asude Hanım’ın annesi ile sohbet edip oyalanırken, çörek otlu beyaz peynirimiz, omletimiz adaya has muhteşem reçellerimize kavuşup ağır bir kahvaltı yaptık.

Asude Hanım’ın o gün telaşı büyüktü. Yemek mekanı yazarları grubu mekana kahvaltıya geleceklerdi. Yemek yazarı değilim ama şunu söyleyebilirim.Annenizin Pazar günü denize bakan evinizin balkonunda hazırlamış olduğu o mis gibi kızarmış ekmek kokulu kahvaltısına bir de sımsıcak gülümseme ekleyin ve hayal edin.Hoşunuza gittiyse Asude Hanım’a gidin derim.

Ada sokaklarında hafif bir yediklerimizi eritelim gezimizin ardından, Bağban Otel’in büyüleyici atmosferinin karşısında şaşkınlıkla odamıza yerleştik.Bağ evinin büyüsü,yeşili,havası bir çok yıldızla taçlandırılmış otellerden daha bir gösterişli benim için.

Otel’in sahibi Faruk Bey,ilk tanıştığımız günden son ana kadar,işletmeci profilinden ziyade,bizi evinde ağırlamaktan keyif olan çok yakın bir dost gibi davrandı.

Sabahları karpuz ile harmanladıkları çilek suyundan oluşan meyve suyumuz eşliğinde mis gibi ev kahvaltısı yaptık. Her gün farklı bir kahvaltı ikram ettiler.Bir dostun evinde misafir gibiydik.Puf böreği,değişik omletler,domates,kabak reçeli ve daha neler neler.

Bir akşam bağ evinin bahçesini yaşamak istedik dolu dolu.Soframız hemen hazırlandı.Faruk Bey’in kendi üretimi şahane Rose şarabımız ile birlikte evin önündeki bağdan taze taze kopartılan üzümlerimiz ve peynir tabağımızla güneşin vedasını izledik.

Bir akşam üstü güneşin batışına kare kare şahit olmak istiyoruz dediğimizde, Faruk Bey bizim için şarabımızı ve peynir tabağımızı,kadehlerimizi biz söylemeden hazırlamıştı bile.Kaptık nevaleleri ve rüzgar güllerinin karşısındaki tepeye konumlandık.Her bir anı başka güzel  ve anlamlıydı.Kadehin içine güneşi sığdırdık.2015-11-17 11.10.24

Ayazma’nın muhteşem berrak sularında iyice serinlediğimiz ilk günün ardından ikinci gün Akvaryum koyuna kaçtık.2015-11-17 11.12.40

Akvaryum koyunda bileklerimize kadar suyun içine portatif sandalyelerimiz ve şemsiyemizle konumlanıp gündüzün güzeli Corvus Teneia şarabımızı denizin içinde iyice soğutup keyifle yudumladıkça dünyanın dışında bir yerdeydik adeta.Bozcaada kesinlikle büyülü bir yer.2015-11-17 11.09.14

Deniz güneş bağ evi ve muhteşem kahvaltılar.Peki ya ada sokakları?Hepsi başka bir hikayesi olacak alanlara sahip.

Muhteşem Ege yemeklerinin sunulduğu restoranlar,eski Rum evleri.Şaraphaneler,sanat evleri,hayatımda anneminkilerden sonra yediğim en güzel kurabiyelerin sunulduğu Çiçek Pastanesi, Veli Dede fırını’nın müthiş Selanik gevrekleri ve kurabiyeleri,Sandal Restorant,Mavi beyaz Restorant hiç tereddüt etmeden size tavsiye edeceğim mekanlar arasında ve daha neler neler…

 

Şarap tavsiyesi isterseniz de ben tavsiye üzerine denedim ve koli ile İstanbul’a döndüm.Herkesin kendi damak tadı farklı elbette ama Amadeus orman meyveli şarabını ve Corvus’un neredeyse tamamını önerebilirim.

Rakı her yerde içilebilir dostlar.Şarap ve üzüm cennetinde bana göre biraz komik oluyor 🙂 Tercih sizin. Ben bir çok defa Bozcaada da bulundum. Her seferinde başka bir masal tadındaydı.

Hadi sizde kendi masalınızı yaşayın.Benden bu kadar.

 

 

Atatürk’ün Türkiyesi

 

Bugün hafta sonumu onurlandıran bir ziyaretimden bahsetmek istiyorum.Atalarımın doğduğu topraklardaydım.Mübadele de Anadoluya göç eden bir ailenin kızı olduğumdan bahsetmiştim.Bunca yıllık hayatımda hep görmek istediğim bir yerdi.Nihayet hayalimi gerçekleştirdim ve kendimi Selanikte buldum.

Elbette ilk adres Atatürk Evi oldu.Atatürk’ün doğduğu evi ziyaret ettik.Bir insanın evini görmeye gitmek fikri her zaman bana biraz garip gelmiştir.Görüp de ne olacak diye düşündüğüm oldu açıkçası.Elbette evin sahibi Atatürk gibi dünyaya önderliği ile örnek olmuş bir şahsiyet olunca işler değişti.

Bahçesine girdik.Eskiden kalan bir hava hissetmedim açıkçası. Çok fazla yeni kokuyordu.Bir bağ kuramadım.Merdivenleri tırmanıp evin ana girişine yöneldik. Sayısız insanın arasında Atatürk’ün kullandığı bir şeyleri gözlemlemek belki de onun dokunduğu duvarlara tırabzanlara kapılara dokunmak bir şeyler hissettirebilirdi.Tüm kalabalıktan zihnimi soyutlayıp eve odaklandım.Her bir köşesini inceledim.Bambaşka bir duygu ile her yere baktım.Benim derdim bir bağ kurmaktı çünkü.Ben bu evden geçen o muhteşem enerji yumağını hissetmek istedim.

Evin içerisinde Atatürk den kalan el parmaklarımla sayabileceğim kadar az obje vardı. Balmumu canlandırma heykellerini saymazsak neredeyse bir şey yoktu.Eşyalar Samsun daki eve gönderilmiş.Ayakkabı yelek eldiven terlik sigara tabakası Cumhurbaşkanlığı mührü,üniforma şapkası baston yemek yerken kullandığı ekipmanlar ve birkaç şey daha.

Duvarlarda evi mübadeleyi ve Atatürk’ün hayatını anlatan ışıklandırılmış paneller,tarihi anlatan görüntüler ve izlenmesi için belgesel niteliğinde kayıtlar var. Mutfağında sanırım ortaokul yıllarındaki halini anımsatan genç Mustafa Kemal’in masanın kenarında sandalyesinde oturmuş balmumu heykeli var.Mutfak olduğu gibi muhafaza edilmiş. Doğduğu odaya kürsü şeklinde bir panel koymuşlar.Bir başka oda da Zübeyde Hanım’ın birebir ve sanki canlıymış gibi görünen balmumu heykeli var.Sanki birazdan oturduğu sedirden kalkıp “hoş geldiniz çocuklar” der gibi bakıyor.

Evin karşısına geçip bir kafe de oturdum evi izlerken çoğu Türkçe bilen garsonlardan birinin getirdiği Türk Kahvesini yudumlarken düşündüm.Evin içerisinde ne olduğu önemli değil,bazen mekânların da şanslı olanları var.Bu ev,içinde dünyaya nam salmış bir adamın doğumunun yaşandığı bir ev olmasaydı bugüne kadar kalır mıydı?Konu bu değil.

Atatürk kurtardığı vatanda bile doğmamışken, biz kurtarılmış bu vatanı ne hale getirdik onu düşündüm.Atatürk içindeki kanın hakkını vermiş hayatının sonuna kadar ülke bütünlüğü için savaşmış,gelecek nesillere başınıza gelebilecek durumlar diye sayısız önlemler içeren eserler bırakmış,yollar göstermiş olmasına rağmen,biz neye sahip çıktık? Biz nasıl Ata’nın yolunda ilerliyoruz? Bütün bunları düşünmek lazım.Bu sebeple yıllar öncesinden bu günü gören Atam’ın yine bize örnek olacak gelecek ile ilgili görüşlerini anlatan sözlerini yazarak yazımı noktalıyorum.

“Efendiler,Biz tekke ve zaviyeleri din düşmanı olduğumuz için değil;Selçuklu ve Osmanlıyı bu yüzden batırdığı için yasakladık.Çok değil yüzyıla kalmadan,eğer bu sözlerime dikkat etmezseniz göreceksiniz ki;bazı kişiler,bazı cemaatlerle bir araya gelerek,bizlerin din düşmanı olduğunu öne sürecek, sizlerin oyunu alarak başa geçecek ama sıra devleti bölüşmeye geldiğinde birbirine düşeceklerdir.Ayrıca unutmayın ki;o gün geldiğinde her bir taraf diğerini dinsizlikle suçlamaktan geri kalmayacaktır.”

Mustafa Kemal Atatürk 

17 Aralık 1927 Ankara

Sanırım bugünün tam özetidir

Güzel atlar diyarı Cappadocia

Uzun bir yolculuğun ardından daha önce karlar altında da görme sansına erdiğim ama bu sefer tüm görkemi ile beni büyüleyen, insana bu gerçek mi diye gördüklerine inandırmayacak kadar masalsı, efsanelere konuk olmuş Capadoccia Kapadokya rüyamı anlatacağım bugün. Rüya dedim ya gerçekten rüya ile tanımlanabilir muhteşemlikteydi.

Doğanın sanatına şahit olduk. Bazen derler ya her serde bir hayır vardır, resmen durum bu. Bölgenin volkanik bir yapısı olması ve o volkanların doğal süreçlerinin ardından oluşan yüzey şekilleri nesiller boyu o bölge de yerleşen insanlarımıza geçim kaynağı ve hayatlarını masalsı bir düzen de yasamalarına sahne olmuş. Kapadokya gezisinde sıkılmak mümkün değil. Her aniniz dolu geçiyor. Görecek gezecek ve gezmekten doymayacağınız öyle güzel alanlar var ki defalarca gidesim geldi.

Hızlandırılmış bir programdı ama rehber açısından bu kadar şanslı olmamızı da beklemiyordu açıkçası. Rehberimiz Murat beyin arkeolog olması tur şirketinin bölge için seçtiği en doğru tercihti. Daha önce merak edip duymadığım bazen de tembellik edip birinden dinlesem daha iyi olacak diye düşünüp ertelediğim birçok bilgiye sahip oldum. Jeoloji, mitoloji, resim sanatının geçmişi, Hristiyanlık ile ilgili çarpıcı bilgiler sayesinde her anımız buram buram bilgi koktu.

Kaymaklı Yeraltı şehrini gezerken, ufacık şapellerin, mağara içine oyulmuş kiliselerin konumlanması, içinin o günün imkânsızlıklarına rağmen kusursuz ve akil isi ile düzenlenmesi, muhteşem resimlerle süslenmesi, yaşanan olayların anlatıldığı o duvarlar inanılmazdı. Cavuşin Çömlek atölyesine gittiğimizde ise ata yadigârı isçiliğin babadan oğula, kıza gecen bir sanatın içerisinde bulduk kendimizi. Ustalar teknolojiden de yararlanarak öyle muhteşem eserler yapmışlardı ki dayanamayıp yeni evimizin en müstesna bölümü için kendimize, kendi ustasının elinden Mustafa ustanın yaptığı şahane seramik bir pano aldık.

Onix atölyesi sanki kadınları çıldırtmak için işletilen, toprağın bize hediye ettiği kıymetli taşların sanat eserine dönüştüğü bir mekândı. Çömlek atölyesinde tarihçeyi dinlerken ustanın ölçüsüz el yordamıyla icra ettiği mesleğinin hediyesi şekerlik yapılışını izlemiştik. Onix atölyesinde de taş işlenmesine şahit olduk. Hacı Bektaşi Veli dergâhında ruhumuzu dinlendirdik, ufkumuzu açtık.

Uranus&Sarikaya Restoran da müsamere yıllarım ve Anadolu Ateşi grubunun gösterilerinden sonra Nevşehir mahalle düğününü andıran folklor gösterileri eşliğinde çömlek ya da testi kebabı da denilen yemeklerinin tadına baktık. Bölgenin üzüm bağlarından hediye, lezzetli şarapları da es geçmedik, Turasan da kendimizden geçtik.

Kapadokya semalarının izin vermemesinden dolayı maalesef balonları uzaktan izleyebildik. Sanırım bölge bir daha gelmemiz için bize oyun yaptı. Elmalı, Yılanlı ve Karanlık Kilise görülmeye değer Hristiyanlık tarihinin de resimlendiği şahane yapılar.

Ihlara vadisi Melendiz çayı, buz gibi suları, kanyon görüntüsü, ormanı yeşili ile “Bu böyle azıcık olmaz bir daha geleceksin” dedi bize. Kayaların içine oyulmuş oteller, evler, kiliseler, atölyeler, restoranlar ve kafelerle tarifsiz huzur ve doğanın sanatına şahit olacağınız muhteşem bir bölge.

Ülkemizin doğasından, havasından, kültüründen hediye öyle güzel yerleri var ki benim listem uzadıkça uzadı. Hayati ertelemeden yasayabileceğiniz muhteşem bir omur dilerim.

En kısa zamanda gözümü diktiğim Mardin anılarımı sizlerle paylaşmak dileğiyle sevgiler.