Birkaç sene önce sevgili Üstün Dökmen ‘in kitaplarını hiç nefes almadan okurdum. Sakin zamanlarımdı demek ki. Bu kadar meşguliyetlerim yokken daha iyi okuyordum. İnsanların kendine çeki düzen vermesi etrafındaki herkesin faydalanmasına neden oluyor. İkili ilişkiler düzeliyor, ikililer de dörtlüye beşliye ulaşınca su dalgası gibi etki gittikçe büyüyor elbette.
Her model insanın anlatıldığı bu kitaplarda örnekler şaşırılacak kadar insanı içine çekiyor. Okudukça hatalarını görüyorsun. Günlük yaşantında düzeltmeye, davranışa dönüştürmeye çalışıyorsun.
Mesela artık eve gelen hiçbir misafire ikram için sunduğum hiç bir yiyeceği işaret edip, biraz daha alın lütfen demem. Tuvaletin yolunu sadece tarif ederim, kendisi edilen tarife göre gidip ulaşasıya kadar eşlik etmem. Oturacağı yeri ben seçmem. Banyonun ışığını onun yerine açmam. Sayın Dökmen’in kitabında canlandırılan Türk misafirperverliği konulu örnekten sonra bu davranışımı da değiştirdim. Örneklere göre eve gelen misafir ev hayatını bilmeyen, kendi başına nereye oturacağına, neyi ne kadar yiyeceğine karar veremeyen bir insan gibi muamele görüyor bizim evlerde.
Çocuklarım büyürken merdivenden kendi başına çıkmasını izledim. Her an düşebilir düşüncesi ile hemen orada, tam da arkasında bekledim. En üst basamağa ya da en aşağıya onun bir uğraş vermeden ulaşmasına izin vermedim. Çabalamasını ve başarmasını izlemek inanın daha keyifliydi. Bunlar çok basit örnekler elbette ama bu anlatılanlar gibi sayısız canlandırmalarla, davranış modellerinin çok iyi göz önüne serildiği o kitaplardan gerçekten oldukça faydalandım.
Değişim istemekle başlıyor. İstemeden hiç bir şeyi başarmak mümkün değil. Genetik kodlamalardan da farkında olmadan hayatımıza yerleşen davranışlarımız var. Ben çocukluğumdan beri hep küçük anne oldum. Kardeşlerime annelik yapma duygusuyla başladığım anne rolümü kendi çocuklarım içinde oynadım şüphesiz ama sanırım bazı yerlerde arkadaşlarıma, kuzenlerime ve sevdiğim insanlara uygulamaya başlayınca, durumun dozunu kaçırdım. Kaçan doz rahatsız edici olunca ikazla karşılaşmak kaçınılmazdı.
Bir dostumla telefonda sohbet ederken, havanın çok soğuk olduğunu üzerine onu koruyacak bir hırka ya da kazak alması gerektiğini söyleyince, duyduğum cümle rolümden çıkıp onun annesinin rolünü çalmaya kadar işi büyüttüğümü fark ettirdi. “Sen benim annem değilsin hayatım, sen çocuklarının annesisin. Lütfen onlara annelik yap. Üstelik unuttuğun bir şey var, ben yetişkinim, havanın durumuna göre ne giyeceğime karar verebilirim” dedi.
Önce utandım. Hatta alındım “Aman tamam ne yaparsan yap “ dedim ama o kadar haklıydı ki. Sevdiklerimi koruma duygusu ile sergilediğim bu davranış, rolleri karıştırdığımın çok basit ama çarpıcı örneği oldu. Ben korumacı anne rolümü sergilerken karşımdakinin yetişkin ve bir o kadar da yetkin olduğunu unutmuştum.
Çocuk, anne, baba, amca, teyze, patron, işçi ve daha bir çok rol var bu hayatta. Üstelik birileri rolünü unuttuğunda hepsinden bir parçaya sahip olmak gerekiyor.
Bütün ilişkilerde sorun roller karışınca çıkmıyor mu? Bizim toplumumuzda genelleme yapmadan örneklemek istediğim sıkıcı bir erkek davranış modeli var. Bir çok kadını rahatsız eden bir durumdan bahsetmek istiyorum. Kadının nasıl giyinmesi , toplumda nasıl davranması gerektiği konusunda yetkin olmadığını düşünen erkekler var. Eleştiriler de aşağılayıcı oluyor genelde. Teşhircilikle suçlanan kadınlar var üstelik.
Erkekler çoğunlukla yayılarak oturmayı severler. Kadınlar ise derli toplu oturmaları konusunda küçük yaşlardan itibaren eğitilirler. Giydikleri kıyafete göre görülebilir kısımlar için önlem alması tembihlenir.
Erkekler, diledikleri gibi giyinebilirlerken, kadınlar hep örtünme üzerine yönlendirilirler. Etek boyları, dekolte miktarı, kumaş seçimi herşey düşünülüp liste hazırlanır ve bu anlatmaya çalıştığım erkek modeli tarafından ilişki başında kadının önüne şartlar sunulur. Evden çıkasıya kadar defalarca kıyafet değiştirmek zorunda kalan kadınlar var. Eğlenmek için gittikleri yerde göz hapsinde, baktığı her yer, konuştuğu her cümlesi takip edilen kadınlar da var. Üstelik bulundukları yerde hissettirilmeyen o huzursuzluk ve kontrolsüz kıskançlık halleri, gecenin sonunda hesap kesilmek suretiyle kadına ödetilir de.
Vicdansız tefeci rolünü üstlenen bu hadsiz kişilikler, kadının her hareketini zihin adisyonuna kayıt eder ve ilk fırsatta hesabı keserler. Fiziki şiddete maruz kalmasa da kadınlığı bırak insanlık için bu psikolojik şiddet uygulama meselesi bile ruhu daraltır.
Hele bir de kadın adamın dünyasına oranla daha güzel ve başarılıysa işte o zaman işler daha da zorlaşıyor. Adam kadının her hareketini eleştirir. Yetersizlikleri olmasa da öyleymiş gibi kişiliğini bastırmaya çalışır. Kadın da bu rol ile ne kadar aynı sahnede kalabilirse o kadar oyun sürer.
Sonu belli senaryo da asıl mesele, erkeğin aldatma eğilimi olması olabilir. Güzel ve bakımlı kadınları görünce hissettiği duyguların ona ait olduğunu düşündüğü bir kadına başka erkeklerden hissedilebileceğini düşünmek, adamın hayatını zorlaştırır. Kıskançlık denilen bu konunun temelinde, aileden gelen bir takım bilgi birikimlerinin de rolü var aslında. Hayatına aşk için aldığı kadının hayatı ile ilgili tüm kontrollerinin kendinde olması gerektiği duygusu ile de yetiştirilmiş olabilir. Neyse bu konu uzun, uzatmıyorum. Başka bir yazı da tartışma konusu yaparız bunu.
En çok güldüğüm örneklerden biri de kendini doktor zanneden insanlar. Grip oldum de, bir iki kere öksür bak ne oluyor? Hemen doktor suretleri etrafında toplanır. Belki de o suretlerden biri sen de olabilirsin zaman zaman.
Cem Yılmaz’ın gösterisine konu olmuştur bu modeller mesela. “Bizim falanca da hastaydı zencefili tarçını ıhlamuru dın dın dın kaynattıkta, mide ağrısı için bir kara turp var bilir misin, onun içini oyup bal koydukta” gibi artık sayısız örneklerle görev başındadırlar. Hipokrat yemini yerine herbokolog uzmanlığı yeminini etmiş olmaları onları bu tür konularda etkin kılar. Saatlerce bu tarifleri dinlersiniz.
Özellikle ülkemizde öyle kolay kolay kimse “Bir doktora git, ilaçlarını düzenli al, istirahat et.” demez. Hep bir formül yaratılır. Çocuğu olmayanlara neler öneriyorlar onları burada konuşmayalım zaten hepiniz az çok bilirsiniz.
Kendini babanız, ağabeyiniz sanıp aşırı korumacı davranan sevgilileri, karınız, anneniz sanıp takibi elden bırakmayan kadınları, kendini öğretmen sanan sınıf başkanınızı, dünyaca ünlü aşçılarla yarışabileceğini düşünen çok bilmiş komşunuzun yaptığı sayısız yemek tariflerini düşünün.
bir de olduğu gibi olmayan modeller var. Bu roller durum ve zamana göre değişiklik gösterdiğinde ilişkilerde değişiyor şüphesiz. Dün yanında gezen o kibar, centilmen, şık karizmatik adam sevgilindi. Seninle güzel bir restoranda yemek yiyordu, sinema da film izliyordu yani birçok ekinliği başka insanların içerisinde sosyal çevrede takındığı rolüyle görüyordun. Birebir kalmaya başladığında, aynı evin içerisinde hiç de görmek istemediğin gerçekleriyle karşılaştığında neden şaşırıyorsun ki?
Bu durumu da komik bir örnekle anlatmak istiyorum. Bir arkadaşım beş yıl süren uzun bir birlikteliğin ardından evlendi. Aradan bir ay geçti. Kız kıza toplandık, anlattıklarını dinledikçe gözlerimden yaş gelesiye kadar güldüm.
-Kızım ben bunu insan yavrusu sanıyordum. Daha ilk gün yemek yedik, masadaki tabağı aldım mutfağa doğru ilerliyorum içinden canavar çıkarmış gibi sesler çıkardı adam. Dönüp yüzüne baktım, “ Ne yapıyorsun hayatım?” dedim. “Ne yani evimiz burası yahu burada yapmayacağım da nerede yapacağım?” dedi. Uyurken yaptıklarını hiç anlatmayayım.
“Allahım ben bir yaratıkla mı evlendim? ” dediğinde artık kendimi tutamadım. Gülmekten karnıma ağrılar girdi. “Kocanın sindirim sisteminin çalıştığını gösteriyor hayatım ne var bunda? Bak dua et adam gayet sağlıklı” dedim. Masanın etrafında dakikalarca kovaladı beni.
“Sen kocanın yaptığı şeyleri yapmıyor musun? Melaike misin? dediğimde, “Yapıyorum tabi ama ulu orta yapmıyorum.” diye cevapladı. Haklıydı da. “Elbette ulu orta yapmamak gerekir ama sen bu adamla evlenmeden önce ne zannediyordun? Adamın mekanik olduğunu düşünmüyordun herhalde. Bu adamın tıpkı senin gibi tuvalet ihtiyacının olduğunu, sindirim gazını boşaltması gerektiğini anlayamamış mıydın dedim. Ulu ortada yapmasın tabi, rahatsız olduğunu söylersin olur biter.” dedim.
Önce kızdı, biraz sonra gülmeye başladı. Komik ama işte bazen bizim ilişkilerdeki hatalarımızı gösteren bir örnek daha. Sonuçta hepimiz tuvalete girip o sifonu çekiyoruz. Yapacak bir şey yok.
Hayatımızdaki insanların kusursuz bir model olmasını beklemek hata. Evde, okulda, sinemada, iş yerinde, misafirlikte, otobüste ortama göre değişkenlik gösteren davranışları görmezden gelemeyiz. Mesela sevgilimizle konuştuğumuz gibi müşterimizle konuşamayacağımız gibi annemizle konuştuğumuz gibi de patronumuzla konuşamayız
Öyleyse doğru rollerimizi uygun ortamlar ve ilişkilere göre oynamak sanırım herkes için en iyisi. Sebze çorbası kıvamında yaşamaya başlarsak, ilişkilerin gidişatı bozulur elbette. Şüphesiz herkes rolünü bilip doğru sahnede sırası gelince sergilerse bu hayat oyunu çok başarılı bir performans ile oynanacaktır. Şeffaflığı alışkanlık haline getirdiğimizde, yerine ve duruma göre davranabilirken ben olmaktan çıkmadığımızda, hayat hep mavi ve yeşil olacak. Bana güvenin.