Ay: Nisan 2016

Gri…

image

Onca rengin içinde neden gelip beni bulur bu renk bilmem. Hep ortası mı olmalı hayatın? İyisi ya da kötüsü diye iki uç var. Kötüsünü dilemek değil benimki. Kötü ardımda kaldı biliyorum. Hatta eminim de. Oyunu iyi olan kazandı işte. Bu cümleyi kim soylemişse tamamen haklı çıktı. İyi olan ne varsa önüme sunuluyor. Şükür etmenin kat sayılarla nasıl yapıldığını öğrendim.

Grinin tanımı bir insan zihni için ne olmalı diye düşünürken biraz içimdeki aynaya danıştım. Gri = Belirsizlikmis meğer.

O kadar çok alışmışım ki her şeyi önceden düşünüp planlamaya. Kendime beklenmedik durumlar için önlemler almaya, analizler yapıp tasmayı takmadan yola devam edebilmek için yükümü hafifletmek,  var olanları yok sayıp,  olmayanları görmezden gelmeye çabalamışım hep. Offf ne çok yorulmuşum.

image

Yorgunluğum çıkıyor bugünlerde. Sürekli uyumak istiyor bedenim. Zihnimin uyku halinde çalışıyor olmasından da şikayetçi değil artık bedenim. Hiç umursamıyor. Mütemadiyen uyku halinde olmak istiyor. Yediğim yemeklerin ve içtiklerimin tadı değişti. Ne içsem çakır keyifim biraz. Zihnim bulanık geziniyorum.

Keyfine bakmak eylemi oturmadı bir türlü bende. Giydigim guzel seyler kolay kolay yakışmıyor hemen öyle. Hep bir huzursuzluk var. Zihnime bedenim bile isyan halinde. Herşey yolunda, kendini huzurun kucağına bırak,  dinlenmedigin kadar dinlensin ruhun, uyu, dedikçe zihnim rahat durmuyor. En sevdiğin şarkının duyamayacağın kadar kısık sesle zorla dinletilmesi gibi hayat. Şimdi ruhumun sesini son desibele çıkartıp keyfine bakma zamanı.

image

Ah bir de bu griler olmasa…

Gerçeklikten bile korkar oldum. Mükemmellik korkutuyor. Zıngır zıngır titriyor ellerim, bacaklarım telaştan. Bu kadar da mükemmel olamaz ki diyor iç sesim. En mükemmeli bu dediklerin ne oldu diyor aklım. Sonra bir cümle, bir kaç kelimelik içi dolu konuşma ve bir umut çalıyor ruhun kapısını griler renk alıyor aniden.

Sen umut oluyorsun…

Rengini bozma, tabloyu kirletme sakın…

“Üç pervanenin ışığı…”

image

Sana baktığımı görmemeli kimse. İçinde sakladığı ifadenin benzeri yerleşse benden başka bir göze, sanırım bu benim kanımı yakar. Damarlarımda ısınan kan, canımı sıkar. Susamam da ben öyle şimdi, hiç yoktan yere çıngar çıkar.

Parmaklarımın arasına yerleşen parmakların ve hatta bazen avuçlarımda saklanan minik narin ellerine de benim ellerimden çıkan şefkat gibi dokunmamalı  başka hiç bir el. Olmadık yerde tatsızlaştırmayalım hayatı ne gerek var.

Sonra saçların, yalnız benim burun deliklerimden içeri alınan kokun ile beyine bir şölen yaşatmalı. Başka beyinlerde bu saçların koku sihiri, benim uykularıma, hayatıma zarar.

Zarif boynunun üzerindeki inci tanesi eşsiz basın benimkinden başka hiç bir göğsü sereflendirmemeli. Hiç kimse senin o benimle dolu başın için, “yuvasına yerleşen bir kuş gibi hem kendine hem bana huzur veriyor bu göğüste meşk saatleri” dememeli,  hatta hiç kimse dokunmamalı onca yükü minicik kemiklerinde barındırdığın omuzlarına. Alev alıp, cinnetin tadına bakmak gibi seni başka bir göğüs ve bir elin altında uyurken düşünmek. Ejderha olmak istemiyorum, uzak dursunlar.

image

Dudakların sevgili. Senin ruhuna açılan o mabed kapısı, cennetin giriş yolunu aralayan alevli dudakların var ya, sakın benimkilerden başka hiç bir dudağı tutuşturmasın. Hiç kimseye aralamasın ruhunu. Dudağına kadar erişme çabaları eli, dudağına dokunabilmiş olan da beni yakar.

Kutsalım, kıymetlim, tüm kelimelerimin oluşum sebebi, seni maviligin içinde, sarı kumların arasından bulup çıkarttım ben ve sen de karanlık kuytularımda saklanan beni güneşe çekmişken, gölgelerle kirletmeyelim mutluluğun resmini.

En güzel şiirim sensin henüz yazmadigim.   En güzel şiirini yazacağını dillendirenlere kapılma. Onlar gelişin için yazacaklar şiirlerini.

Ben seninle, ruhundan damlayanlarınla  şiir olacağım sevgili.

Gitme…

“Üç pervanenin ışığı” adlı romanımdan küçük bir hediye…