Ay: Şubat 2016

Neyinim ben senin?

fb_ımg_1455510223336.jpg.jpgİsyan…

Birinin sevdiği olmak, sevgilisi olmaktan daha kıymetli. Biz bir türlü ikisini de başaramadık. Saçmaydı zaten. Kum üstünde çakılı kalmış kayıkta kürek çekmekti bizimkisi, biraz da uyurken çalışabilme isteği. Nereden sevildiğime karar verdim bilemiyorum şimdi. Sevdiğimden sevildim sandım belki. Sevildiğinden sev istedim. Sevdikçe sevil istedim ve tadına doyma aşkın. Ben seni bana isterken sen sevdiğini diledin.

Senin bir hayatın vardı sevdiğin, sevildiğin. Sevgilin olmamı istedin. Sevdim, sevilesi oldum, sevgilendim. Sevgilindim. Sevgilinin anlamını bilemedim. Beğenileninmişim meğer… Senin hayatında olsam olsam ebruli bir renk olurum sanırım ama sen bendeki tüm renkleri soldurdun.

Sen benim mabedimsin etrafında yorulmadan tavaf ettiğim. Yörüngende gezinen herhangi bir gezegen mişim. Ben soluduğum hava ilan ettim seni, her nefeste içime doluyor hücrelerime yayılıyordun. Sen de iyi olanı görmek ve sırf o iyiliğin adına adamak istedim kendimi. Bu çok hırpalayıcı.

Senden bakınca görünen benden utanıyorum. Yan roller bana göre değil biliyorum. Sahnede olmaktan utanıyorum. Yokmuşum, film arası sıkıntı veren uzun ve anlamsız reklammışım gibi hissetmek istemiyorum öyle ha zaplandı ha zaplanacak. Kumandayı sana verdik diye iki de bir kanalı değiştirtmem haberin olsun. En çarpıcı, tutku dolu, aşk kokan bir filmin baş rolüne kuruluveririm o film de adın anılmaz anlıyor musun?

Kıymetsizliştirildiğim yürekte sadece kiracı olurum ben, sahiplenmem. Sana bahşedileni göremeyecek kadar sığda yüzersen, ben derinlere doğru kulaç atarken yetişemezsin. Soluğunu keser, yüzgeçlerini koparırım senin.

Özlenilmeyecek, hissedilmeyecek, hayatının kenarında kıyısında tutulacak bir dekor  değilim ben. Severek gelirsen, gelir tahtına oturur imparatorluğunun tadını çıkartırsın. O impararatorlukta hizmetkarın da olamam senin. Yar olurum ancak vazgeçemediğin. Yar olamazsam hayat dar, ömrün kısa olur bilesin. Hükmünü kayıp eden kimliksiz bir kral mı olmak niyetin?

Bir mücevher ışıltısını göremeyen  insan ancak aşka kör olur. Kör kalpler, geçici heveslerle eğlenirken hayat akıp gider, finalde pişmanlık kaçınılmaz olur. Kalpte senin, hayatta, ister aşkla gel şereflensin benliğin, ister kaç geçiciliklerle kilitlensin ruhun. Huzura kapansın kapıların, mutluluk terk etsin seni. 

Aşksa gel. Tutkuysa söyle. Zihin yerli yerine oturtsun istekleri, hayalleri, yalanları, gerçekleri. Sonradan şaşkınlıkla pişmanlık olmasın geleceği. Tutkudan aşk doğmaz ama aşktan doğan tutkunun eşi benzeri olmaz biliyor musun? Sen hangi hayatlarda sonsuz olmak istiyorsun?

fb_ımg_1456257215405.jpg.jpg

Birinin sevgilisi olmak sevdiği olmak anlamına geliyor mu dersiniz? Sevdiği olmak sevgilisi olmaktan daha kıymetli değil mi? Her ikisi de olabiliyorsak ne ala. “Sevdiğim başka sevenim başka” diye bir şarkı vardır bilirsiniz. Ezginin Günlüğü’nün en özel şarkılarından biridir.

Sevgili olmakla paylaşılabilecek ne varsa dostlarınla da aynılarını paylaşıyor ve bedensel birliktelikten başka bir fark göremiyorsan sevildin mi sevdin mi bir sor kendine ey insan…

linkteki şarkı da özetidir. Yorumlarınızı bekliyorum…

Sevdiğim başka sevenim başka…

Melek’in dileği…

images

Hedefinin zirvesine yerleştiği işindeki başarıları ulusu aşmıştı. Şirketine ortak olmak isteyen hiçbir kuruluşun teklifi ile ilgilenmiyordu. Çekirdek ailem dediği ekibi ile elde ettikleri başarıyı, kimseye kaptırmaya niyeti yoktu. Marjinal tasarımlarıyla her zaman fark yaratıyor ve yıllar geçtikçe daha çok şirketinden söz ettiriyordu.

Küçücük bir çocukken annesi ile bir konuşmasının sonunda hedefini oluşturmuştu. İstanbul’un tarihi semtlerini gezip görmek, başka hayatları keşif etmek için birlikte Galata ya gitmişlerdi. Hava serinlemeye başlamıştı. Sonbahar’ın sonu kışa kavuşmaya çalışıyordu. Güneş artık çok ısıtmıyordu. Eski taşlar ile bezenmiş sokaklardan birinin köşe başında, üstü başı yırtıklarla kapanmaya çalışmış yaşlı bir kadın gördü. Saçları belli ki uzun zamandır taraktan başka su ve sabun da görmemişti. Acaba en son ne zaman yemek yemiş, ne zaman banyo yapma şansı bulmuştu. En son ne zaman sıcak bir yatakta uyanmış, mis kokan bir tabak yemek ile midesine şölen yaşatmıştı kim bilir. Elindeki poğaçayı kadına uzatırken, “Nerede oturuyorsun?” sorusuna onu pişman edecek bir cevap almış ve bu cevap ile hedefini zihnine kazımıştı.

Kadın ona bir evi olmadığını söyledi. O ise kadına sana bir ev yapacağım büyüyünce dediğinde kadının kirine pasına bakmadan sarılmış ona söz vermişti. Kadın, Melek bu bankta otururken belki de Tanrı’nın ona bahşettiği sıcak yuvasında istirahatteydi ama Melek kadına sözünü tutmuştu. Sokakta evsiz kalan insanlar için imkanlarını kullanarak küçük çaplıda olsa barınaklar yapmıştı. Keşke daha fazlasını yapabilmek mümkün olsaydı. İyi insanlar çoğaldıkça bu sözün gerçekleşme çapı büyüyecek diye düşündü.

Başarılı bir mimar olmak, hedefine ulaşmak için bir basamaktı sadece. Dünya üzerinde rahat yaşayabilmek için ne gerekiyorsa onun adına hepsine sahipti. Sadece ruhunu barındıracağı bir evi yoktu. Kiraladığı ruhların taahhüt süresi bitince yenisine taşınmak zorunda kalmaktan yorgun düşmüştü. Her taşınmada sahip oldukları eşyalar gibi zarar görüyordu.

İstikrar, iş dünyasının dışında, hayatına dokunan, paylaşan herkesin varlığının devamı için davranış biçimi olmuştu. Yıllardır pırıltılı kahverengi dalgalı saçları kuaförü Tamer’ e emanetti. Yeniliklere açıktı ancak bir kere ruhuna dokunmayı başaran insanla tanıştığında onu kıymetlendiriyor, kaybetmemek için elinden gelen çabayı göstermekten çekinmiyordu.

Aklındakilere ulaşabilmek için basamak olarak gördüğü üniversiteden kendisine hediye edilen tek varlık, can arkadaşı Can dı. Can, etrafındaki hiçbir varlığın hissettirdiği duyguları ve dalgalanmaları yaşamadığı tek insandı. Kıymetlisiydi. Can’ın sayesinde tanıdığı Asude ise vazgeçilmezi olmuştu. Asudesiz hiçbir planı, hayali yoktu. Can’a her seferinde Asude ile tanıştırdığından dolayı teşekkür eder hatta her tanışma yıl dönümünde Can’ a teşekkür hediyesi alırdı.

“21 Gün” adlı romanımdan küçük bir hediye…

Çok yakında…

image

Turuncu güneş gittikçe kızarıyor. Vakit tamam. Şimdi çıkıp gelecek buzla kavuşmaya hazır beyaz dem. Anason kokulu gece de de severim gecenin gözlerini, alevin kızılından da yudumlarken geceyi.

Işıl ışıl yanacak birazdan güneşin vedasından sonra gece. Yıldızları ışıldatmak için üzerine oturup ayaklarımı sallandırmayı hayal ettiğim hilal da gelir geceye konar simdi.
Biraz sıcak ot, bir avuc lakerda, beyaz peynir, kızarmış ekmek,  mis kokan kavun ve köz sebzelerin eşliğinde Sezen akacak geceye ılık ılık, yudumlayacağım huzuru. Geceyi örtecegiz ardından sabahın ilk ışıklarına kadar kokular karışacak  birbirine.

image

Sonra güneş tüm sıcaklığıyla sızacak pencerelerden evimize. Biraz toprağa dokunup çiçek okşayacağım. İçlerinden vakti gelenleri vazoya koyup yeni goncalarıma isimler koyacağım.

Evime yerleştiğim ilk günden beri antika dolabı tıka basa doldurduğum beyazlarımdan birini giyince üzerime, biraz sonra denizde dağılacaklarını bile bile omuzlarımın her daim şalı olan saçlarımı tarayacak, senin en sevdiğin kokumu bedenime buluşturacağım.

Sen mırın kırın edecek yaramazlıklar yapacaksın. “Uyansak ama uyanamasak rüya görsek birlikte” dediğinde bizi çağıran denizi hatırlatıp en sevdiğin yerine kokulu bir öpücük konduracağım. Çekeleye çekeleye çıkarttığım uyku boşluğundan sonra dudaklarından yeniden nefes alacağım.

image

Islak kumlarda dalgalarla dans eden ayak bileğimdeki halhalımın sesi, özgür martıların şen şarkıları, avucumda mis gibi bir kahve kokusu eşlik ediyor yolculuğuma. Rüzgarda havalanan etek uçlarım denize arada bir kavuşurken yüzümün en güzel halini, gülümseyişimi görmek için parmaklarınla saçlarımı kulağımın arkasına istifleyen aşk ta var. Daha ne olsun dediğimiz sabahlara uyanmak yakın.

image

Tanıyorum seni…

12805801_1019729741402422_5824257090569240413_n

Sızı keskin ince ince işliyor, yara derin dışarı kanı sızdırmıyor. Yaranın üzerine açılan yarasın kabuğunu kaldırıp yeniden kanatan. Bütün yalnızlık şarkılarını ezberlemiştim. Benim şarkımdı hepsi. Yeni karşılaşılmış ademoğlu, yeni keşfedilmiş bir anakara üzerinde yeniden ektiğim çelimsiz tohumlarımdan yeşermeye çalışırken, kendi ellerimle dallarımı kesiyorum ürkekliğimle…

Gözümden sözüm anlaşılmasın diye kapatamasam da göz kapaklarımı, aşktan kaçırmak en kolayı. Duyacaklarımın sarhoşluk korkusu ile tıkadım kulaklarımı ve dilimin kepenklerini kapattım. Peşimde geçmiş pişmanlıkları, cebimde korkular, endişeler, karşımda iki çıkmaz sokak var. Hepsinden daha kuvvetli o canavara inat kendimle kavga halinde perişanım şimdi. Bir yerde sızacağım bu sarhoşlukla. Bir yerde yığılıp kalacak, kuvvetsiz kalınca kendimi o uçurumdan iki kolun kuvveti ile aşağıya sarkıtacağım. Ya beni sonsuza kadar bıkmadan yorulmadan tutacak o kollar ya da bir hamle ile uçuruma yuvarlayacak. Göze almak değil benimkisi, dermansız kalmak. Savaştaki mağlubiyetten belki de zafer kazanmak.

Tanıyorum ellerini, gözlerini, gülüşünü,sesini, kokunu sen benim gözlerimi her kapattığımda zihnimde yaşayan küçük prenssin. Sözlerin bu hayalin tescili. Masalın sonunu görmekten korkan, yatağına sinmiş bir masum kız çocuğu gibi sürsün istiyorum. Zihnime bir numara küçük, ruhuma çok büyük geliyorsun ya, sırf bu yüzden giyemedim aşkın elbisesini. Sanki bir yanım açıkta kalacak ya da fazlalıktan ayaklarıma dolanacak eteklerim. Düşüp frensiz yuvarlanacağım yokuştan ve son neresi olacak belli değil.

ask-sozleri(2)

Yaş almakla bu kadar dert sahibi olmamıştım bugüne kadar. Beni biraz geriye çeksek seni benden bir iki adım ileri itsek ne iyi olurdu. Anladıklarımı, inandıklarımı anlatmak zor olmayacaktı o zaman. Zorlu parkurdan geçip, sert kayalarda hırpalanıp, engin denizlere kavuşmayı hayal etmek yerine kolayca ilerleyecektik elele. İster salıncakta sallanacaktık, ister tutkudan tutuşacaktık. Biz olmanın tadını çıkartacaktık. Tadından tattırmayacaktık. Kimsenin geviş getireceği sası bir sakız olmayacaktık.

Sündürülmekten, gerilmekten, hırpalanmaktan, acıtılmaktan korktuğum doğru. Sensiz kalmaktan daha da korktuğum aşikar. Arafta yaşamanın tam da tanımını anlıyorum artık. Ne ileri, ne geri, yerimde sayıyorum besbelli. Dermansızım. Ruhsal felç oldum. Kıpırdayamıyorum.

Senin içinden dolu dizgin koşup bana gelen atlar ile benimkiler yolda karşılaşsalar da ayrı yönlere gidiyorlar görüyorum. Bilinen çekim yasasına yeni bir tanım bizimkisi. Zıt olmayan tamamlananların gücü ile sana çekiliyorum. Çekildikçe kaçıyor kaçtıkça sana geri dönüyorum. Kov beni.

Topraklarımda yeşeremezsin. Kök salamazsın. Sen dallanıp kudretlensen, inatla yeşermeye gayret etsen de, meyvelerin olmayacak. Gölgende dinlenecek bir tek benim varlığım. Varlığınla şereflenecek ruhum ve bir o kadar da canım yanacak senin meyvesizliğine. Kendimden vazgeçiyorum. Senin mutluluğuna kendi yokluğumu adıyorum. Adaklık olur bazen aşklar. Adanmışlığımla yokluğunu seçiyorum.

 

Özgür’ün esareti…

Zuhal Olcay Bir Tango

12241393_944491215610933_621116153604917110_n

20 Eylül, Cumartesi

Güncem sayısız kelime ve cümleler ile doluyor. Özgür bu gece benim kırılan kanatlarımı onardı. Kımıldayamasalar da bir gün hareket edebilecekleri konusunda umudum oldu. Kalemimin yazdıklarına ben bile inanamadım.

“Dokundu. Önce avucunun içine yerleşti avucum, sonra parmakları ile elimi kavradı. Sırtımı ısıttı diğer eli. Gözlerime dokundu gözleri, göğsüm göğsüne dokundu.

Titrediğimi gizleyemedim. Kendine doğru çekti. ”Hazır mısın?” dediğinde, kalbime dokundu. Tüm bedenimi saran kokusuyla ruhuma dokundu. Bulunduğum yerden başka bir âlem de gibi hissettiğimde hayatıma dokundu. Konuşmamı susturduğunda, bedenimi yönettiğinde aklıma dokundu.

Dans bitti. İnsanlar etrafa saçıldılar. Dengemi ve tüm irademi biraz önce teslim ettim. Ruhumu hediye ettim. Birkaç dakika daha basamaklardan inerken elimi bırakmadı, o basamaklar hiç bitmesin istedim. Dokundu. Elinin sıcağı kalbime dokundu.

Ellerime sinen kokusunu bir kez daha içime çekmek istedim. Parmaklarım dudaklarım ile burnumun arasındaki boşlukta belli belirsiz dururken, onun dudaklarından çıkan bir cümle ile yeniden aklıma dokundu.

Hayatıma dokundu. Saatlerime, saniyelerime, kanıma dokundu. İçime işledi hissettirmeden sinsice en kuytularıma dokundu. Olmazlarımı, imkânsızlarımı önüme bıraktı. Tüm hücrelerime dokundu.”

Bu cümleler topluluğunu en başından bana yazdırmaya başaran, ruhumun sahibi ilk ve tek aşkım, nasıl oldu da bu kadar işledin içime bilmem. Beynim seni nasıl bu kadar çabuk aşk ile özdeşleştirdi ve tanımladı?

Anlayamıyorum. Ben bu kadar yoğunlaşmışken sen hayattan ne bekliyorsun da ben sana erişemiyorum, yetemiyorum bilmiyorum.”

İlginç Adamlar ve Kadınları kitabımdaki “Tango’ nun Özgürlüğü” adlı hikayemden küçük bir hediye…

Serhat ne ister?

journal_pen

Neyi değiştirebilirim ki bundan sonra, yaşayıp gidiyorum işte diye söylense de hep bir değişim düşüncesi bilinçaltını kıpırdatıyordu.

Sert görünümlü, aşırı derecede mantıklı davranmaya dikkat eden, prensip sahibi, planlı biri gibi imajı olsa da kuraldışı yaşamayı sevdi hep ve onu insanlar bu özelliklerle etiketleyip tanımladılar bunca yıldır. Değişmek zor. Kendini tanımaz hale gelmişti aslında bu aralar.

Öğrendiği bir şey varsa zayıflık göstermemek, sevimli gözükmek, güçlü gözükmek adına tüm insanların taktığı kendi kişiliklerinin tam tersi maskeleri olduğuydu. Benim de maskelerim var diye düşünmüyor değildi.

Kalbi ile yaşantısı paralel değildi mesela. Kendine zaman zaman itiraflarda bulunuyor bunun sonucunda, kolay kolay kimseye, belki de hiç kimseye göstermediği kalbinin derinliklerinde sakladığı, zarar görmemek için zırhla kapladığı hislerinin varlığını hissediyordu.

Her zaman savaşa hazır oldu. Yalnız bir şeyi atladı, savaşmaktan sevişmeyi, sevmeyi, sevilmeyi ve bunun tadını çıkartmayı. Sevişmek derken fiilen olandan bahsetmiyorum elbette, ruhların sadece bir bakışta tutkuyla yanmasını anlatmak istiyorum. Bu, Serhat’ın bugüne kadar hiç tatmadığı bir duyguydu.

Onun bunca zamandır duygularını ortaya koyduğu tek davranış biçimi, öfkeyle dolu konuşmalar, kavgalar, isyanlar, bağırışlar belki de bazen eşyaları tekmelemeler, duvarlardan hırs almalar, aynaları kırmalardı. Dışarıdan görülebilen tek duygu öfkesiydi.

Hayatında olan kadınlara karşı şiddet falan uygulayan psikopatlardan değildi elbette ama damarına basan insanlara karşı hep bir karşı savunması, itirazı, isyanı olmuştu.

Mutlaka bir kadına çiçek, hediye ya da mutlu edecek herhangi bir girişimde bulunmuştu. Bu centilmenlikleri yaptı elbette, birilerinin kalbini kırıp döktükten sonra, kaldığı yerden devam edebilmek adına, kendi egosunu tatmin edecek davranışlarda bulunmayı da kendi belirlerdi. Bir kalıba girmeden, kendi isterse yapardı ve bu hep böyle oldu.

“İlginç Adamlar ve Kadınları” kitabımdaki “ADA” isimli hikayemden küçük bir hediye…

1214008-yalniz-adam

Şair’ in hiçliği…

image

“Aşkta sürünmekse sürünülür, ölmekse ölünür de. Aşktansa her zorluk kabul edilir işte. Tutkudan aşk mı yaratılır? Aşktan yaratılan tutkunun peşine mi düşülür bilemem.

Limitsiz bir arzu ile olmanı  isterken, olmandan korkmaya ne denir peki? Sayın aşk, nerede, kiminle kim bilir derken, umursamaz olabilmeyi istemenin tanımı ne acaba?

Herşey yanlış gibi gelirken, bu kadar çok yanlış yapmayı istemek ne demek? Doğru ne?

Gizleniyorum kendimden. Kendi içimde oynadığım saklambaçta ebe oldum.Yumdum gözlerimi, ağır ağır kayıp olan günlerimi, saatlerimi sayıyorum.

image

Zıngır zıngır titreyen bacaklarımla caddenin  ortasında, vızır vızır işleyen arabaların altında kalmış, nereye gideceğini bilemeyen ürkek kedi yavrusu gibiyim. Bir yandan ensemde azgın bir köpeğin nefesi, bir yandan zihnimdekileri ezip geçecek kocaman bir arabanın tekerlekleri bana doğru yuvarlanıyor. Korkuyorum. Cesaretim nereye gitti? Bir kaç zaman önce tek vazgeçilmezimdi. Bu korkaklıkta nereden çıktı, hiç anlayamıyorum. Akıl zaten firar da… Bunun adı nedir?” dedi şair.

Aşkın esaretine şahit olmak istemekten,  gönüllü orduya yazıldı aklı ile ruhu arasında çıkan savaşa katılmak için tüm cesaretsizliği ile. Şair olmanın şiire karışmanın bir şartı vardır her zaman. İlle de bir aşk lazım hepsine. Kimi zaman vatan, millet, devrim, doğa, ilahi aşk, kimi zaman acıya doymuşluk, huzura susamışlık ile şiir olur şair.

image

Bir çift gözün ummanında boğulur, bir gamzenin çukuruna yerleşir, bir dudakta ölümsüzleşir şiir. Adı şiir olanın her bir zerresinden çıkan mısralardan şair olur aşık. Aşk şiir, şiir şairi aşık yapar. Doyumsuzluk ile yudumlanırken aşk heyecanın kadehinden, içtikleri yıllanır,  yıllandıkça sarhoş eder şairi, şiir olur her bir damla.

Bazen notayla buluşur şarkı olur şiir. Şarkıyla dinlenir şairin aşkla atan yüreği. Diller lal, kulaklar sağır, gözler kör olur. Aşk insanlıktan başka bir varlığa yüceltir bedeni. Şair şiirden aşk olur… Kayıp olur bedenin içinde kimliği…

Hiç olmanın tek olmaktan daha kıymetli olduğu yerlerde ömrümüz nihayet bulsun…