Kategori: SEYAHAT

Ağva Şile hatırası…

pass the history door...

Ağva stories…

I caught lighthouse...
antique smell...
green dream...
The smell of old...

Hello. It’s me..

Soledad…

San Gimignano seyahat notları…

Bir zamanlar San Gimignano büyüsü ile Toskana vadisinde kayıp olmuştum. San Gimignano, etrafı sularla şehri İtalya’nın Siena iline bağlı varlığını günümüze kadar korumuş ender bulunan şirin bir Ortaçağ kasabasıdır.

12.-13. yüzyıllarda inşa edilmiş 72 adet kuleyi içinde barındıran Ortaçağ’ ın Manhattan’ı olarak adlandırılan kasaba 14 kulesini günümüze kadar korumuştur. Ortaçağlarda önemli bir ticaret merkezi ve hac rotası olan bu kasabanın meşhur kuleleri zengin Toskana’lı aileler tarafından yaptırılmıştır.

Kasaba da el sanatları atölyelerini de görmek mümkün. Tarihine, geleneklerine, kültürüne sıkı sıkıya bağlı kasaba halkının hala minik atölyelerde deri ayakkabılar, sandaletler, dokuma kumaşlardan yapılan giyim ve mefruşat üretimlerini sergiledikleri bir çok dükkan bulabilirsiniz. Kim bilir belkide gözünüzün önünde yapılan bir sandaleti keyifle satın alıp Sen Gimignano sokaklarını yeni sandaletinizle gezebilirsiniz.

Kasabanın tarihi merkezinin tipik Ortaçağ mimarisi ve görünüşünü koruması  San Gimignano ‘nun Unesco Dünya Mirasları Italya listesinde bulunmasına sebep olmuştur.

Toskana’ya yapılan seyahat içinde San Gimignano  gezilmeyecekse listenizde ciddi bir  eksiklik olacak demektir.  Az sayıda müzeleri ve galerileri olan kasabanın asıl güzelliği mimarisinde ve kıvrılan dar sokaklarında.

Gündüz gözün görebileceği en ücra köşesini bile görmeye çalışmalısınız. Bu Ortaçağ güzelliğini içinde bulunduran şirin kasabanın akşam saatlerinde asırlık evlerini ve dar sokaklarını loş sokak lambaları ışığında izlemeden kasabadan ayrılmayın derim. Özellikle fotoğraf tutkunları için malzemesi bol bir masal kasabasıdır.  Evlenecek çiftler için ise muazzam fotoğraf albümü oluşturulabilir sokakları olduğunu bilin istedim. fotoğraf çekmek için Piazza Popola Kulesi kasabanın panaroması için en uygun kuledir.

san-gimignano001

Piazza  della Cisterna yani Sarnıç meydanına gelebilmek için dar sokaklardan geçmeniz, geçerken de asırlık evlerin büyüsünde kendinizi kaybetmeniz gerekecek. Evlerin demir kapıları ve o kapıların demir soğuğunu kesen etrafını güzelleştirdikleri çeşitli çiçekleri göreceksiniz. Meydanın tam ortasında 1237 yılından kalma taş bir kuyu bulunmakta. Turistlerin en gözde fotoğraf mekanı olan bu kuyunun etrafında ise bir çok kafe bulabilirsiniz.

SanGimignano1

“Mussolini ile Çay” filmini seyredenler için bu meydan çok tanıdık gelebilir. Meydanda dikkatinizi çekecek olan uzun kuyruğun nedeni 2006 dan 2009 yılına kadar her yıl  festivallerde dondurma şampiyonu olmayı başarmış Galieteria Dondurmacısıdır. Fotoğrafa dikkat ederseniz, ellerinde şemsiyeler ile sıraya girmiş insanlar var. İşte onların tamamı dondurma kuyruğunda. Meşhur roma dondurması diyorlar ya Romadaki dondurmalardan daha lezzetli fakat bir Kireçburnu Fırını dondurması olamaz. Onu da belirtmek isterim.

Bunun dışından meydandan dar sokaklara daldığınızda minicik bir pencereden kocaman lezzetli pizzaların satışını yapan şahane bir pizzacı var. İtalya’nın her yeri pizza ama burada yediğim sebzeli pizzayı gönül rahatlığıyla tavsiye edebilirim. Pizzacının adını unuttuğum doğrudur ama inanın o daracık sokakta bir tane pizzacı var. Bizim gibi yer gök seyyar satıcı, dönerciler ve kafelerle dolu değil.

122

Sen Gimignano seyahatimde kızım yeni doğmuştu. Doğum sonrası sendromu ile o zamanlar hafif şiştim. Şaka şaka epey kiloluydum. Nihayet artık kilo sorunum yok. Çözdüm bu fotoğraflarıma baktıktan sonra. İtalya seyahati fazla yarayınca, sıkı diyet ve spor şimdiki halime kısa zamanda kavuştum. Bir daha sarı saçlı olmayacağıma da yemin ettim. Fotoğraftaki tanınmaz halde olan sarışın tombik benim. Güneş gözlerimi de bitirince manzara korkunç. Kızkardeşim var Allahtan yanımda da, fotoğraf güzelleşmiş.

124

İtalya’nın en güzel manzaralarından birini seyretmek istiyorsanız 54 metre yüksekliğinde olan Torre Grossa’ya çıkabilirsiniz. Dar sokakları aşıp, evlerin arasından Toskana vadisinin huzurunu içine çekmeniz de mümkün. Kasaba da küçük büyük birçok kafe ve restoran bulunuyor.

1-san-gimignano-tuscany-italy-carl-amoth

Şimdi bu asırlık kasabada, Toskana vadisi topraklarında üzüm bağları varken şarap yok mu derseniz, işte cevabı. Elbette şahane şarapları var. En ünlü şarabı Vernaccia. Meraklıları için beyaz olanı önerilir. Tatma şansınız var. Chianti Şaraplarından da bol miktarda temin edebileceğiniz dükkanlar var. Seramik boyama el sanatları ile dolu hediyelik eşya dükkanları. sanat galerilerine de rastlamanız mümkün.

San Gimignano daracık sokaklı, kulelerle dolu  masal kasabasıdır. kendinizi başka bir yüzyılın içerisinde o anı yaşıyormuş gibi hissedeceğiniz şahane bir kasabadır.

2461845016_c2a2f27739_o

Yolunuz bir gün bu masal kasabasına düşerse belki beni de anarsınız.Hayat paylaştıkça anlamlı…

 

 

Bağdat Caddesinde Karnaval mı yapsak?

10672377_1537338346545861_8930518809676938654_n

Geçtiğimiz sene tam da bu ay, komşu ülkelerden en çok ziyaret ettiğim, Yunanistan seyahati sırasında “Ölmeden Önce Yapmak İstediklerim” listemde kayıtlı olan “İskeçe Karnavalı” maddesinin üzerini çizdim.

İskeçe karnavalına gittim. Yunanistan’ın “Eskice” anlamına gelen İskeçe de dünyanın en büyük karnavallarından biri olan Rio Karnavalı’nın benzeri yapılıyor. Her yıl Şubat ayının sonu, Mart’ın ilk haftasının başında düzenlenen bu geleneksel karnavalda farklı kültürleri yakından tanıyor, rengârenk kostümler eşliğinde, dans ve müzik ile görsel şölen dolu harika bir eğlencenin içinde kayıp oluyorsunuz.

11006383_1537341573212205_2392507611660735145_n

İskeçe kendine has modern bir kent kimliğine sahip geleneklerine bağlı bir şehir. Bu sebeple her yıl büyük bir ölçüde yerli ve yabancı turist çekmektedir. Havanın soğuğuna, yağmura çamura bakmadan belirttiğim tarihlerde, şehir dolup dolup taşıyor. Paskalya öncesi de ön bayram eğlencesi gibi oluyor tüm insanlara.

Rengârenk kostümler ile her yaştan katılımcıya açık bu şölen adeta açık hava tiyatrosu gibiydi. Karnavalın kostümlü katılımcıları, tören yürüyüşü esnasında kendilerini izleyen diğer katılımcıları da yürüyüşün coşkusuna bulaştırıyorlar. Bulaştırıyorlar dedim, kenardan masum masum izlerken, gelip geçen tüm göstericiler tarafından yüzüm gözüm rengârenk boya oldu. arada fotoğraflara bakarken yüzümdeki kırmızı ve siyah boyaları görebilirsiniz. Önden izlemeye çalışmak pek iyi bir fikir olmasa gerek. Belli bir şekil ve stilde de olmayan bu boya bulaştırma işleminin özrü ise bol gülücüklü elele danslar. Çok eğlendik.

Kesintisiz müziğin varlığı ile insanlar oldukları yerde coşkuyla ve çılgınca dans edip şarkılar söylüyordu. aslında böyle bir karnavalı kaçırmak istemezseniz Şubat ayı içerisinde hafta sonu planlayabilirsiniz.

Biz bu kadar eğlenirken, aklımıza gelen o fikir beni canlandırdı ama bir o kadar da içten içe utandırdı. Bağdat Caddesi bu karnaval için biçilmiş kaftan inanın. İstanbul İskeçe’den kat be kat üstün bir şehir. Medeniyetler beşiği. Kültür sanat yuvası. En şık caddelerden biri de şüphesiz Bağdat Caddesi. Diyelim ki biz böyle bir organizasyon yapsak ki buna müsaade edecek devlet de lazım, başımıza neler gelebilir?

10986653_1537339386545757_8467213928793581319_n

Düşünsenize; tıpkı İskeçe de olduğu gibi, ilçelere göre bir konsept belirlense ve herkes ona uygun tek model kadın ve erkekler için tasarlanmış kostümler giyse. Hem de böyle, her yaş grubu olacak. İskeçe de insanlar çocuklarını, bebeklerini bebek arabasına kostümlü oturtmuş festival yürüyüşüne katılmışlardı. Yürüyüş alanının etrafına izleyiciler için bir set çekilir, en uygun bir noktada muhteşem ses sistemi eşliğinde İstanbul’un en ünlü dj leri müzik ziyafeti çekip halkı coşturur. İskeçe karnaval alanının sonunda tıpkı katılımcıları karşılayan kocaman sahne gibi bir konser alanı elde edilebilir. Yerli yabancı katılımcılar olur. Caddedeki dükkânlar paraya boğulurlar. Şahane bir gelir kaynağı aynı zamanda.

11018968_1537341986545497_1112866321448543351_n

Halkın güvenliğinin sağlanması için gerekli önlemler alınabilir elbette. Buraya kadar her şey güzel bir hayal, rüya gibi. Katılımcı sayısını tahmin bile edemiyorum. İstanbul üstelik tarihi ve kültürel zenginliği olan bir şehir bir de, böylesine bir karnaval planlansa dünyadan gelecek olan katılımcıların sayısını varın siz düşünün.

Umarım bir gün böyle organizasyonları ülkemizde izlemek mümkün olur. Hayal ettiğim başka bir şey ise böyle organizasyonlar yapılacak olsa bile herkesin mal ve can güvenliği de sağlanabilir. Hayal etmenin ötesine geçemiyorum…

Bozcaada masalım…

Bozcaada da herkes kendi masalını yaşar. Kapadokya gezimden sonra başka bir masalsı seyahat programı hazırlayıp,en nadide adalardan birinde bulduk kendimizi.

Yazın yoğun döneminin ardından gidilmesi gereken en doğru zamanda oradaydık.

Eylül akşamları,Ekim sabahları,doğarken denizi şereflendiren,batarken ruhları değiştiren güneşin tutuşturucu kıvılcımı,denizin berraklığı,adanın en leziz nimetleri,görkemli üzümler ve o üzümlerin sihrinden oluşan leziz şaraplar,her bir karesi romantik sokaklar,Ege’nin sofraları,Çiçek Pastanesi’nin mis kokulu bademli kurabiyeleri ve daha neler neler…

1.Gün muhteşem kıyı karşılamasına eşlik eden görkemli Bozcaada kalesinin arkasındaki otoparka arabamızı park edip, önceki araştırmalarımıza dayanarak tüm övgülere layık Asude Ada Kafe de kahvaltı yapmaya karar verdik.

Asude Hanım’ın samimi güler yüzlü ve telaşlı misafir gelmiş karşılamasının ardından Asude Hanım’ın annesi ile sohbet edip oyalanırken, çörek otlu beyaz peynirimiz, omletimiz adaya has muhteşem reçellerimize kavuşup ağır bir kahvaltı yaptık.

Asude Hanım’ın o gün telaşı büyüktü. Yemek mekanı yazarları grubu mekana kahvaltıya geleceklerdi. Yemek yazarı değilim ama şunu söyleyebilirim.Annenizin Pazar günü denize bakan evinizin balkonunda hazırlamış olduğu o mis gibi kızarmış ekmek kokulu kahvaltısına bir de sımsıcak gülümseme ekleyin ve hayal edin.Hoşunuza gittiyse Asude Hanım’a gidin derim.

Ada sokaklarında hafif bir yediklerimizi eritelim gezimizin ardından, Bağban Otel’in büyüleyici atmosferinin karşısında şaşkınlıkla odamıza yerleştik.Bağ evinin büyüsü,yeşili,havası bir çok yıldızla taçlandırılmış otellerden daha bir gösterişli benim için.

Otel’in sahibi Faruk Bey,ilk tanıştığımız günden son ana kadar,işletmeci profilinden ziyade,bizi evinde ağırlamaktan keyif olan çok yakın bir dost gibi davrandı.

Sabahları karpuz ile harmanladıkları çilek suyundan oluşan meyve suyumuz eşliğinde mis gibi ev kahvaltısı yaptık. Her gün farklı bir kahvaltı ikram ettiler.Bir dostun evinde misafir gibiydik.Puf böreği,değişik omletler,domates,kabak reçeli ve daha neler neler.

Bir akşam bağ evinin bahçesini yaşamak istedik dolu dolu.Soframız hemen hazırlandı.Faruk Bey’in kendi üretimi şahane Rose şarabımız ile birlikte evin önündeki bağdan taze taze kopartılan üzümlerimiz ve peynir tabağımızla güneşin vedasını izledik.

Bir akşam üstü güneşin batışına kare kare şahit olmak istiyoruz dediğimizde, Faruk Bey bizim için şarabımızı ve peynir tabağımızı,kadehlerimizi biz söylemeden hazırlamıştı bile.Kaptık nevaleleri ve rüzgar güllerinin karşısındaki tepeye konumlandık.Her bir anı başka güzel  ve anlamlıydı.Kadehin içine güneşi sığdırdık.2015-11-17 11.10.24

Ayazma’nın muhteşem berrak sularında iyice serinlediğimiz ilk günün ardından ikinci gün Akvaryum koyuna kaçtık.2015-11-17 11.12.40

Akvaryum koyunda bileklerimize kadar suyun içine portatif sandalyelerimiz ve şemsiyemizle konumlanıp gündüzün güzeli Corvus Teneia şarabımızı denizin içinde iyice soğutup keyifle yudumladıkça dünyanın dışında bir yerdeydik adeta.Bozcaada kesinlikle büyülü bir yer.2015-11-17 11.09.14

Deniz güneş bağ evi ve muhteşem kahvaltılar.Peki ya ada sokakları?Hepsi başka bir hikayesi olacak alanlara sahip.

Muhteşem Ege yemeklerinin sunulduğu restoranlar,eski Rum evleri.Şaraphaneler,sanat evleri,hayatımda anneminkilerden sonra yediğim en güzel kurabiyelerin sunulduğu Çiçek Pastanesi, Veli Dede fırını’nın müthiş Selanik gevrekleri ve kurabiyeleri,Sandal Restorant,Mavi beyaz Restorant hiç tereddüt etmeden size tavsiye edeceğim mekanlar arasında ve daha neler neler…

 

Şarap tavsiyesi isterseniz de ben tavsiye üzerine denedim ve koli ile İstanbul’a döndüm.Herkesin kendi damak tadı farklı elbette ama Amadeus orman meyveli şarabını ve Corvus’un neredeyse tamamını önerebilirim.

Rakı her yerde içilebilir dostlar.Şarap ve üzüm cennetinde bana göre biraz komik oluyor 🙂 Tercih sizin. Ben bir çok defa Bozcaada da bulundum. Her seferinde başka bir masal tadındaydı.

Hadi sizde kendi masalınızı yaşayın.Benden bu kadar.

 

 

Atatürk’ün Türkiyesi

 

Bugün hafta sonumu onurlandıran bir ziyaretimden bahsetmek istiyorum.Atalarımın doğduğu topraklardaydım.Mübadele de Anadoluya göç eden bir ailenin kızı olduğumdan bahsetmiştim.Bunca yıllık hayatımda hep görmek istediğim bir yerdi.Nihayet hayalimi gerçekleştirdim ve kendimi Selanikte buldum.

Elbette ilk adres Atatürk Evi oldu.Atatürk’ün doğduğu evi ziyaret ettik.Bir insanın evini görmeye gitmek fikri her zaman bana biraz garip gelmiştir.Görüp de ne olacak diye düşündüğüm oldu açıkçası.Elbette evin sahibi Atatürk gibi dünyaya önderliği ile örnek olmuş bir şahsiyet olunca işler değişti.

Bahçesine girdik.Eskiden kalan bir hava hissetmedim açıkçası. Çok fazla yeni kokuyordu.Bir bağ kuramadım.Merdivenleri tırmanıp evin ana girişine yöneldik. Sayısız insanın arasında Atatürk’ün kullandığı bir şeyleri gözlemlemek belki de onun dokunduğu duvarlara tırabzanlara kapılara dokunmak bir şeyler hissettirebilirdi.Tüm kalabalıktan zihnimi soyutlayıp eve odaklandım.Her bir köşesini inceledim.Bambaşka bir duygu ile her yere baktım.Benim derdim bir bağ kurmaktı çünkü.Ben bu evden geçen o muhteşem enerji yumağını hissetmek istedim.

Evin içerisinde Atatürk den kalan el parmaklarımla sayabileceğim kadar az obje vardı. Balmumu canlandırma heykellerini saymazsak neredeyse bir şey yoktu.Eşyalar Samsun daki eve gönderilmiş.Ayakkabı yelek eldiven terlik sigara tabakası Cumhurbaşkanlığı mührü,üniforma şapkası baston yemek yerken kullandığı ekipmanlar ve birkaç şey daha.

Duvarlarda evi mübadeleyi ve Atatürk’ün hayatını anlatan ışıklandırılmış paneller,tarihi anlatan görüntüler ve izlenmesi için belgesel niteliğinde kayıtlar var. Mutfağında sanırım ortaokul yıllarındaki halini anımsatan genç Mustafa Kemal’in masanın kenarında sandalyesinde oturmuş balmumu heykeli var.Mutfak olduğu gibi muhafaza edilmiş. Doğduğu odaya kürsü şeklinde bir panel koymuşlar.Bir başka oda da Zübeyde Hanım’ın birebir ve sanki canlıymış gibi görünen balmumu heykeli var.Sanki birazdan oturduğu sedirden kalkıp “hoş geldiniz çocuklar” der gibi bakıyor.

Evin karşısına geçip bir kafe de oturdum evi izlerken çoğu Türkçe bilen garsonlardan birinin getirdiği Türk Kahvesini yudumlarken düşündüm.Evin içerisinde ne olduğu önemli değil,bazen mekânların da şanslı olanları var.Bu ev,içinde dünyaya nam salmış bir adamın doğumunun yaşandığı bir ev olmasaydı bugüne kadar kalır mıydı?Konu bu değil.

Atatürk kurtardığı vatanda bile doğmamışken, biz kurtarılmış bu vatanı ne hale getirdik onu düşündüm.Atatürk içindeki kanın hakkını vermiş hayatının sonuna kadar ülke bütünlüğü için savaşmış,gelecek nesillere başınıza gelebilecek durumlar diye sayısız önlemler içeren eserler bırakmış,yollar göstermiş olmasına rağmen,biz neye sahip çıktık? Biz nasıl Ata’nın yolunda ilerliyoruz? Bütün bunları düşünmek lazım.Bu sebeple yıllar öncesinden bu günü gören Atam’ın yine bize örnek olacak gelecek ile ilgili görüşlerini anlatan sözlerini yazarak yazımı noktalıyorum.

“Efendiler,Biz tekke ve zaviyeleri din düşmanı olduğumuz için değil;Selçuklu ve Osmanlıyı bu yüzden batırdığı için yasakladık.Çok değil yüzyıla kalmadan,eğer bu sözlerime dikkat etmezseniz göreceksiniz ki;bazı kişiler,bazı cemaatlerle bir araya gelerek,bizlerin din düşmanı olduğunu öne sürecek, sizlerin oyunu alarak başa geçecek ama sıra devleti bölüşmeye geldiğinde birbirine düşeceklerdir.Ayrıca unutmayın ki;o gün geldiğinde her bir taraf diğerini dinsizlikle suçlamaktan geri kalmayacaktır.”

Mustafa Kemal Atatürk 

17 Aralık 1927 Ankara

Sanırım bugünün tam özetidir

Güzel atlar diyarı Cappadocia

Uzun bir yolculuğun ardından daha önce karlar altında da görme sansına erdiğim ama bu sefer tüm görkemi ile beni büyüleyen, insana bu gerçek mi diye gördüklerine inandırmayacak kadar masalsı, efsanelere konuk olmuş Capadoccia Kapadokya rüyamı anlatacağım bugün. Rüya dedim ya gerçekten rüya ile tanımlanabilir muhteşemlikteydi.

Doğanın sanatına şahit olduk. Bazen derler ya her serde bir hayır vardır, resmen durum bu. Bölgenin volkanik bir yapısı olması ve o volkanların doğal süreçlerinin ardından oluşan yüzey şekilleri nesiller boyu o bölge de yerleşen insanlarımıza geçim kaynağı ve hayatlarını masalsı bir düzen de yasamalarına sahne olmuş. Kapadokya gezisinde sıkılmak mümkün değil. Her aniniz dolu geçiyor. Görecek gezecek ve gezmekten doymayacağınız öyle güzel alanlar var ki defalarca gidesim geldi.

Hızlandırılmış bir programdı ama rehber açısından bu kadar şanslı olmamızı da beklemiyordu açıkçası. Rehberimiz Murat beyin arkeolog olması tur şirketinin bölge için seçtiği en doğru tercihti. Daha önce merak edip duymadığım bazen de tembellik edip birinden dinlesem daha iyi olacak diye düşünüp ertelediğim birçok bilgiye sahip oldum. Jeoloji, mitoloji, resim sanatının geçmişi, Hristiyanlık ile ilgili çarpıcı bilgiler sayesinde her anımız buram buram bilgi koktu.

Kaymaklı Yeraltı şehrini gezerken, ufacık şapellerin, mağara içine oyulmuş kiliselerin konumlanması, içinin o günün imkânsızlıklarına rağmen kusursuz ve akil isi ile düzenlenmesi, muhteşem resimlerle süslenmesi, yaşanan olayların anlatıldığı o duvarlar inanılmazdı. Cavuşin Çömlek atölyesine gittiğimizde ise ata yadigârı isçiliğin babadan oğula, kıza gecen bir sanatın içerisinde bulduk kendimizi. Ustalar teknolojiden de yararlanarak öyle muhteşem eserler yapmışlardı ki dayanamayıp yeni evimizin en müstesna bölümü için kendimize, kendi ustasının elinden Mustafa ustanın yaptığı şahane seramik bir pano aldık.

Onix atölyesi sanki kadınları çıldırtmak için işletilen, toprağın bize hediye ettiği kıymetli taşların sanat eserine dönüştüğü bir mekândı. Çömlek atölyesinde tarihçeyi dinlerken ustanın ölçüsüz el yordamıyla icra ettiği mesleğinin hediyesi şekerlik yapılışını izlemiştik. Onix atölyesinde de taş işlenmesine şahit olduk. Hacı Bektaşi Veli dergâhında ruhumuzu dinlendirdik, ufkumuzu açtık.

Uranus&Sarikaya Restoran da müsamere yıllarım ve Anadolu Ateşi grubunun gösterilerinden sonra Nevşehir mahalle düğününü andıran folklor gösterileri eşliğinde çömlek ya da testi kebabı da denilen yemeklerinin tadına baktık. Bölgenin üzüm bağlarından hediye, lezzetli şarapları da es geçmedik, Turasan da kendimizden geçtik.

Kapadokya semalarının izin vermemesinden dolayı maalesef balonları uzaktan izleyebildik. Sanırım bölge bir daha gelmemiz için bize oyun yaptı. Elmalı, Yılanlı ve Karanlık Kilise görülmeye değer Hristiyanlık tarihinin de resimlendiği şahane yapılar.

Ihlara vadisi Melendiz çayı, buz gibi suları, kanyon görüntüsü, ormanı yeşili ile “Bu böyle azıcık olmaz bir daha geleceksin” dedi bize. Kayaların içine oyulmuş oteller, evler, kiliseler, atölyeler, restoranlar ve kafelerle tarifsiz huzur ve doğanın sanatına şahit olacağınız muhteşem bir bölge.

Ülkemizin doğasından, havasından, kültüründen hediye öyle güzel yerleri var ki benim listem uzadıkça uzadı. Hayati ertelemeden yasayabileceğiniz muhteşem bir omur dilerim.

En kısa zamanda gözümü diktiğim Mardin anılarımı sizlerle paylaşmak dileğiyle sevgiler.